Navigasyon |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
NEOKLASİZM
Sanatta yeniden ilkçağ unsurlarının ön plana çıkması anlamına gelir. Bu dönemde, eski Yunan ve Roma tarzı tekrar canlandırılmıştır. Bu akım özellikle Barok Sanatı’nın aşırı süslemeciliğine duyulan bir tepkidir. Neoklasik resim : Yeni tarzın teknik özellikleri, ışığın getirdiği etkilerden uzak, perspektif ve derinlik aramayan, arka plana ağırlık veren -keskinleşen- çizgilerdir. Bu akımın en büyük ustası Jacques Louis David’dir.

18. yüzyılda Barok ve Rokoko'ya tepki olarak çıkmış olan Avrupa sanat akımıdır. Antik Yunan ve Roma eserlerinin konu ve stillerini kullanır.
NEO KLASİZM
"Sanatın en arı kaynakları önümüze açılmaktadır. Bu kaynaklardan nasibini alabilenlere ne mutlu. Bizler için büyük olabilmenin taklit edilemez düzeye gelebilmenin tek yolu eskileri taklit etmektir" diyen Werke in der Malerei und Bildhauedrei Klasik Yunan heykeltıraşlığının soylu sadeliği ve huzur veren büyüklüğü telkin ettiği tezini savunmuştur. Bu aynı zamanda, Neo - Klasizm'in de kuralıdır. Neo - Klasik Stil'in kurucuları mevkiinde olan resim sanatçılarının örnek olarak gözleri önünde ancak, yunan vazoları üzerindeki resimlerle Pompei ve Hercılanum'da ortaya çıkarılan ikinci derecede önemli fresklerdir. Buna göre; resim sanatçıları Neo - klasik kavramını zihinlerinde yaratmak zorunda idiler. O zamanki toplum, artık Fetes Galantes'lerin kır eğlencelerini konu edinmiş bulunan eserleri beğenmez olmuştu. İhtilâl fikri neo - klasik sanatın konu ve ifadelerinde yerini bulmalıydı. Yeni sanat ilkesi; sanatın herkes tarafından kolaylıkla anlaşılır olmasını, beşeri ideali, ruh yüceliğini güçlendirmesini ve yaşatmasını istiyordu. Resimde en geniş ölçüde açıklık elde edebilmek için desene büyük önem veriliyor; renk, boya ikinci plâna düşüyor ve ancak tuvalin konusunu anlatan deseni daha belirgin hale getirmek için kullanılıyordu. Konular genelde eski Yunan ve Roma ozanlarının, tarihçilerinin eserlerinden aktarılmıştır. Eski heykeltıraşlıktan esinlenerek, doğayı ya düzelterek ya da idealleştirerek ifade etmişlerdir. Aynı zamanda harekete önem vermişlerdir. Onlara göre gerçek resim sanatçısı tarihsel konuları değişik boyutlardaki tuvallerine aktaran sanatçılar olabilmekte idi.
ANNE - LOUİS - GİRODET DE ROUCY - TRIOSON (1767 -1824) "Endymion'un Uykusu" tablosu sanatçının gösterişe önem verdiğini belgeler. Yumuşak, fakat oldukça yapay bir ışık, figürleri okşamaktadır. Bu sanatçı zamanın edebi eserlerinden aldığı konuları değerlendirmiştir. Kuzey Homeroslu sayılan İskoçyalı Macpherson'un yarattığı Ossion, Lamartine'in roman kahramanı Atala, sanatçının iki tablosuna konu olmuştur. Böylece Ossion tarafından "Fransız Muhariplerin Kabulü" ve "Atala'nın Gömülmesi" tabloları meydana gelmiştir.
ATALA'NIN GÖMÜLMESİ Sanatçı, Lamartine'in roman kahramanı Atala'nın gömülmesini tablosuna konu olarak almıştır. Tuvalin boyutları 2,07 x 2,67 'dir. Dışa kapalı bir kompozisyondur. Figürlerin yanındaki kürek, kompozisyonu tamamlamıştır. Olay sanki bir tiyatro sahnesinden yansıtılmış gibidir. Buna bağlı olarak hareketlerde ve yüzdeki ifadelerde biraz yapaylık vardır. Hac işaretleri, kızın ellerini karnında birleştirmesi dini nitelikli bir tablo olduğunu kanıtlamaktadır. Sanatçı tablolarında gösterişe de büyük önem vermiştir. Kumaştaki kıvrımlar, yüzlerdeki ifade, figürlerdeki hareket en ince ayrıntısına kadar işlenmiştir. Erkeğin üzerindeki kırmızı örtü ve onu tamamlamada kullanılan aynı tondaki çiçekler başlangıçta göze çarpmaktadır. Ama bunun yanında tablonun genelinde renksizlik hakimdir. Sanatçı ışığı büyük bir ustalıkla yansıtmıştır. Işık daha çok mağaranın içerisinde, Atala'nın ve sevgilisinin üzerinde yoğunlaştırılmıştır. Sonuç olarak desendeki ustalık, konudaki çekicilik ve yüzlerdeki ifadeyle birlikte oldukça etkili bir tablodur.
ANTONİO ALLEGRİ CORREGGİO (1489/94 - 1534) İtalyan ressam Parma yakınlarındaki Cooregio'da doğdu. Monta'ya gitmiş ve ressam Mantegna'dan etkilenmiştir. Dinsel konular yanında mitolojik konular da yönelen Correggio, Parma'da, St. Paul Manastırındaki Kubbe resimlerinde cüretli bir perspektif anlayışıyla çalışmıştır. Bu sanatçının eserleri büyük bir hareket fantezisine ve erotik yönelişlere sahiptir.
İSA'NIN DOĞUŞU Ahşap üstüne yağlı boya 256 x 188 cm (1530) En ünlü yapıtlarından biri olan İsa'nın Doğuşu'nu gösteren Çoban, meleklerin "Yücelerdeki Tanrı'ya Övgü" ilâhisini söyledikleri, ardına dek açılmış göklerin görüntüsünü daha henüz görmüş. Melekler bulutun içinde neşeyle dolanıyorlar ve çobanın elindeki uzun değnekle koşup gelmiş olduğu aşağıdaki sahneye bakıyorlar. Ahırın karanlık yıkıntıları arasında çoban, mucizenin gerçekleşmesini görüyor. Yeni doğmuş çocuk İsa, tüm çevreye ışıklar saçarak, mutlu annesinin güzel yüzünü aydınlatıyor. Çoban birden duruyor; diz çöküp tapınmaya hazır bir biçimde, beceriksizce takkesini çıkarıyor. İki hizmetçi kız var. Birinin yemlikten gelen ışıkla gözleri kamaşmış, ötekisi mutlu bir şekilde çobana bakıyor. Aziz Yusuf ise, dışarının karanlığında eşeğiyle uğraşıyor. Kompozisyon ilk bakışta oldukça sıradan ve düzensiz görünüyor. Soldaki kalabalık sahne, sağ tarafta ona karşılık olabilecek herhangi bir grupla dengelenmemiş. Soldaki kalabalığı dengeleyen tek şey, Meryem ve çocuk İsa grubuna ışığın verdiği vurgulama. Correggio renk ve ışıkla biçimleri dengeleyerek bakışlarımızı belirli çizgilere yönlendirme konusunda Tiziano'dan çok daha ileri gitmiştir. Çobanla birlikte sahneye doğru koşan; onun gördüğünü, yani Yahya İncil'inde sözü edilen, karanlıkları aydınlatan o ışık mucizesini gören biziz aslında. Hz. İsa bu resmi kutsal bir ışıkla aydınlatıyor; bu öyle parlak bir ışık ki ayak ucundaki kadın gözlerini örtmek zorunda kalıyor. Sahnenin asimetrik kompozisyonu hareket dolu. Çobanın asası izleyiciyi kompozisyonun içine, oradan da üstteki meleklere yöneltiyor; onlarda bebeğe işaret ediyorlar. Coşku dolu bu resim Correggio'nun geç üslubunun tipik bir örneğidir. Yapıttaki hareket ve öyküsellik 17. yy. Barok üslubuna işaret eder. En çok kilise tavan ve kubbelerine yaptığı resimlerle tanınan Correggio izleyiciye cennetin görkemini arama duygusu vermek istiyordu. En güzel yapıtlarından biri Parma'daki S. Giovanni Evangelista Kilisesi Kubbesinin içine yaptığı, döner figürlerden oluşan fresktir. Correggio, yaşamının büyük bölümünü, en ünlü ressamlardan biri olduğu Parma'da geçirmiştir.
Resimde konu bitmişliği sağlanmış olsa da mekanda ve özellikle meleklerde bir bitmemişlik hissi ve açıklık (açık kompozisyon) özelliği göze çarpar. Ayrıca arka fon yani dışsal mekanda da bu özellik var. Işık bebekten yayılıyor. Mekandaki ışıkta da bebeğin ışığının yansımaları vardır. Arka fonda dışsal mekandaki manzaradan karanlık bir hava hakimdir. Gökyüzü de bizde bu hissi uyandırıyor, bir aydınlık söz konusu fakat yine de akşam üstü aydınlığı yani hafif kararmış bir hava dikkati çekiyor. Bu kararmışlıktan amaç bebek İsa'nın ışığının öne çıkması ve dikkati o bölgede yoğunlaştırmasıdır.
NEOKLASİZM;
Jacques Louis David & Francisco de Goya
18. yüzyılda Barok ve Rokoko’nun aşırı süslemeciliğine tepki olarak çıkmış olan Avrupa sanat akımı Neoklasizm; sanatta yeniden ilkçağ unsurlarının ön plana çıkması anlamına gelir. Bu dönemde, eski Yunan ve Roma tarzı tekrar canlandırılmıştır. Işığın getirdiği etkilerden uzak, perspektif ve derinlik aramayan, arka plana ağırlık veren keskinleşen çizgiler belirgin özelliğidir.

Bu dönemin resim sanatında en etkin isim Jacques Louis David ve gene sanatçının bir öğrencisi olan Dominique Ingres’dır. Öncelikle bu iki sanatçının meydana getirdiği Yeni klasikçi akımın hemen önündeki durum bir hayli karmaşıktır. 1789’daki devrim gerçekleştiği sırada, başta Rokoko gelenekçiliği olmak üzere yanısıra ahlakçı yaklaşımlar, pompei stilindeki klasizm ve burjuva naturalizmi dikkat çekmekteydi. Fakat koruyucu dediğimiz çeşitli hamiler için yapılan sanat, artık bu dönemde halk için yapılmalıdır görüşüyle yer değiştirince bu yönde bir yaygınlık da söz konusu olmaya başlıyordu.

Neoklasizm, devrim ülkülerini ve devrimin gücünü dile getiren bir anlayışla yola çıkan ressam David’i dönemin sembol ressamı haline de getiriyordu. Zaten Neoklasizm ve David’in ortaya çıkmalarından sonra Rokoko tarihe karışmış oldu. David’in ortaya çıktığı an da Fransız resmi hem toplumsal hem de plastik açıdan bir kriz içindedir. Sanatçı 1755 yılında Roma’ya gitmiştir. Işık ve gölge ile elde ettiği hacimli röliyefsi etkiler onun için çok önemlidir. Zaten Roma’dan döndüğü sırada antik temaları seçmiş ve ifadeci bir anlayıştan yana olmuştur. Fransa’nın sahip olduğu resimlerin ve sanat felsefesinin değişmesine epeyce hizmeti dokunmuş olan sanatçı, sanat dünyasında değerli değersiz ressam ayrımına gidilmemesini sağlamıştır. Tiyatro ile de ilgilenmiştir. Zaten çok figürlü resimlerindeki tiyatro düzeneğinin de temelleri buralara dayanmaktadır. Devrime paralel olarak, sanat yapıtının didaktik bir özelliğe de sahip olması gerektiğini söylemiştir. Fransızlar kahramanlık çağında yaşadıkları dygusundaydılar ve o yılların olayları ressam için Yunan Ve roma tarihinin olayları kadar dikkate değer nitelikteydi. Sanatçının belki de en önemli eseri “Marat’ın Ölümü” isimli resmidir. Devrim yöneticilerinden olan Marat , gözü kararmış genç bir kadın tarafından banyoda öldürülünce David, Marat’ı dava uğruna canını veren bir şehit olarak resmetti. Belli ki banyoda çalışma huyu olan varmış Marat’ın. Bu yüzden de küvetin yanına masa koymuş, saldırgan kadın bir dilekçe ile ulaşmış Marat’a.Bu durum büyük ve görkemli bir tablo için elverişsiz görünse de David, polis raporlarının gerçek ayrıntılarına bağlı kalarak bu duruma bir kahramanlık havası vermiştir.

Fransa’da insana dayalı birNeoklasizm gelişirken, yani bir portre ve ifade olgusu ağırlıktayken, özellikle İngiltere’de, manzara resimlerinde özellikle suluboya çokça kullanılmıştır. Yanı sıra “Yaşam ile Ölüm arasındaki Hayvan Mücadeleleri” de çok önemli bir konu olarak dikkati çeker. Bu yönde önemli isimlerden birisi; George Stubbs’dur. Bir başka konunun ise ; “sosyete kompozisyonları” olduğunu söyleyebiliriz. Bu yönde, o zamanın İngiltere’sinde dikkati çeken isim; Arthur Devis’dir. Bir çeşit Rokoko üslubunu devam ettirir bu sanatçı.
Neoklasik resmin İtalya’da ne durumda olduğuna bakacak olursak; bu dönemde şehir resimleri yapıldığını görebiliriz. Bu resimlere Venduta resimleri de denmektedir. Ressamları içinde de en önemlileri; Canaletto, Guardi ve Pannini gibi isimlerdir. Bu sanatçılar, fotogerçekçi tarzda ele aldıkları İtalya’nın önemli meydanlarını, şehir köşelerini resimlerine aktarmışlardır. Resmettikleri yerlerin topografik karakterlerini ortaya koymak en önemli özellikleridir bu ressamların... Bunlar birer belge anlamı da taşımaktadırlar biz izleyiciler için. Kısaca resim sanatının belki de fotoğraf sanatı ile eşdeğer anlama ulaştığı, adeta özdeşlediği bir resim kulvarınıda Venduta ressamları oluşturmaktadırlar.

Neoklasik resmin İspanya’daki durumuna gelince; burada karşılaştığımız önemli kişiliğin adı; Francisco de Goya’dır. Bu sanatçı 18.yüzyılın sonlarında ortaya çıkardığı resimlerle, bir anlamda Klasik resmi romantik ve gerçekçi resme, bir o denli de gerçeküstücü resme yaklaştıran insan olmuştur. Saragossa doğumlu İspanyol Ressam ve baskı sanatçısı.Bir yaldızcı ustasının oğlu...


Goya’nın hayatında 1776-93 yılları arasında geçen günler mutlu bir devredir.1776 da gravür denemelerine gerçek ve tek hocası olan Velazques’in resimlerinden kopyalar yapmakla başladı.1779 da San Fernando Güzel Sanatlar Akademisine seçilmiştir. 1788 de IV Carlos’un tahta çıkışından sonra saray ressamı olmuştur.
Erken dönem yapıtları Mengs ve özellikle üzerinde çalıştığı Velazques’in etkisinden kısa sürede ayrılıp daha doğal daha canlı vetümüyle kişisel bir anlatıma yönelmiştir. 1780 ler sonundaki duvar resmiyle,duvar resim endüstrisine bir yenilik kazandırdı.
1792 de Güney İspanya’yı ziyareti sırasında ağır bir hastalığa yakalandı ve sağır oldu. Hastalık onu paralize ve kör olacakken kurtulmuş, bu hastalığa kurşun zehirlenmesinin yol açtığı sanılmaktadır. Bunalımını atlatmayı başardı fakat sanatında sertlik belirdi. Gravür çalışmalarına yeniden başladı ve Caprishos adlı gravürleri yaptı. Bu aynı zamanda Goya’nın Mayalar, Madrit yaşantısı ile ilgili Sandiner’in Gömülüşü, Boğa Güreşi ve Tımarhane gibi Sanatçının içinde bulunduğu bunalımın izlerini taşıyan tabloları yaptığı bir dönemdir.Goya’nın figürleri başka bir dünyaya ait gibidir. Goya’nın İspanyol Sarayına kabulünü sağlayan portrelere yüzeyden bakılınca daha çok Van Dyck veya Rynolds tarzında resmi portreler gibidir. Onun ipeğin ve altının parıltısının yeniden yaşatan ustalığı Tiizano veya Velazques ‘i hatırlatıyor fakat o modellerine değişik bir gözle de bakıyor.Bu ustalar güçlü kişileri pohpohlamış değil elbet ama Goya çok acımasız görünüyor.Onların tüm kofluğunu ve çirkinliğini, aç gözlülüğünü, boşluğunu ortaya koymuştur.Ondan öce de sonra da, hiç bir saray ressamı koruyuculuğuna ilişkin böylesi belgeler bırakmamıştır.
Goya, geçmişin geleneksel alışkanlıklarından bağımsızlığını yanlızca bir portre ressamı olarak göstermemiştir. Rembrant gibi o da bir çok asit oyma bırakmıştır. Bunların çoğu yanlızca çizgileri değil gölgeli bölgeleri betimlemeye olanak veren ve akuatina yani leke baskı denilen yeni bir teknikle yapmıştır. En önemli nokta Goya’nın oymalarının ünlü Kutsal Kitap öykülerini, tarihsel olayları ve günlük yaşam sahnelerini betimlemedikleridir. Çoğunlukla büyücü kadın ve gizemli karaltılarının hayali görüntüleridir. Ve daha çok Goya’nın İspanya’da kendisinin denediği, insanın acımasızlığı ve baskıya, aptallık ve gericiliğe karşı suçlamaları olmak savındadır. Kimi zamanda sadece onun kişisel kabularına biçim verir gibidirler...
IV Carlos ve ailesi, kişilerin idealize edilmeden yaptığı en yetkin ypıtları arasındadır. Sanatındaki gerçekçi ve mizahi eğilimler yapıtta dengeli biçimde yer almıştır. Özellikle giysilerin renkleri ve krallık portresine gerekli zenginliği getirmiştir.Aynı yıl sanatçı 2 önemli resminin daha gerçekleştirmiştir. Giyinik Maya ve Çıplak Maya adlı tablosu Velazques’in Aynalı Venüs’ünden sonra İspanyol resmindeki ilk çıplak portresi olması bakımından önemlidir.

Yaklaşık 500 yağlı boya ve duvar resmi, 300' e yakın aside yedirme ve taş baskılarıyla son derece üretken olan sanatçı, herhangi bir sanatsal uslüptan çok bazen mizahi bir anlatımın bazen de kıyasıya bir yerginin yer aldığı yapıtlarında, gerçekci bir anlayışla özgün tutumunu oluşturmuştur. Bu bağlamda anlatım aracı olarak gördüğü duygu ve heyecan hem kendi yaşamından hem de yapıtlarından eksik olmamıştır.
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 23283 ziyaretçikişi burdaydı! |
|
|
|
|
|
|
|